10 Aralık 2009 Perşembe

Tren

Trendeyim. Soğuktan buraya kactım ama kurumlu pis bir sıcagın icine girdim. Hangisi daha iyi bilemiyorum. Vagonda bos biryer buldum hemen oturdum. Birkac saniye sonra bilegimdeki yanma hissiyle irkildim. Koltugun altindaki paslı kalorifer o kadar sıcaktı ki, bacagımı degdirir degdirmez pantalonumun ustunden derimi yakıverdi. Bacagımdaki kıllar da yandı ve keskin bir koku ortalıga yayıldı. Ne kadar aptalım diye dusundum. Ayaktayım. Sarsıntılı vagonda dusmemek icin borulardan sarkan plastik halkalara tutundum. Elime benden once onlari tutanların teri, ellerinin kiri yapıstı. Pislikler pesimi bir turlu bırakmıyor. Ama tuttum bir kere, kirlendim kacıs yok. Trendeyim. sadece ilerleyen bir demir yıgınının icinde degil sehrin gercek yuzundeyim. Yuzlerde sıkıntı, vucutlarda yorgunluk, zihinlerde bosluk hakim. Kosede bir cifte gozum takildi. Fakirlerdi, oyle fakirlerdi ki, ayakkabilarindaki camur kurumus, gunlerce temizlenmemis ve gri yesil tonlarında bir renge burunmustu. Adam cember sakalli, kadin ise basortuluydu. Ancak onlarda ilgimi bu kadar ceken sey ise, herbirinin kucaginda birer velet olmasiydi. Veletti onlar. Aptal aptal bagirisiyorlar ve trendeki herkesin sinirini bozuyorlardi. Bir an geldi ki, diger yolcularla birlikte, ben de dahil, o cocuklari camdan asagiya atmak istedik. Atsak ardlarindan bakmazdik bile , durum o kadar sikinti vericiydi. Dindar gorunuslerine istinaden aklimdan, bu fakirlikte iki cocuk yapmayi ya allah korkusuna ya da beyinsizlige bagladim. Trendeyim. Duraklar geciyor, hepsinde daha cok insan biniyor ve binerken birbirlerini ezme konusunda gayet basarililar. Her yeni yolcu, „herkes kendi icin yasar ve allah herkese karsidir“ sozunu harfiyen benimsemiş bir durumda. Tren durdu. Tren disindayim. Bir daha binmek istemiyorum, ama binecegim galiba.